Borçlular, alacağını tahsil edemeyen alacaklılarının başvurmak zorunda kalacağı yasal işlemlerin sonuçlarına engel olmak amacıyla malvarlıklarını, gerçek bir devir iradesi olmadan üçüncü kişilere devrederek alacaklının alacağından mahrum kalmasına sebep olabilmektedir. Bu devirler genellikle borçluların yakın aile çevresinden, talep edildiğinde devredilen malı iade edeceğine güvenilen bir kişiye yapılmaktadır.
Borçlunun gerçek bir devir iradesine dayanmayan, kötü niyetli bu tür işlemlerinden alacaklının zarar görmesini engellemek adına, İcra İflas Kanunu’nun (“İİK”) 277-284. maddeleri arasında belirli koşulların varlığı halinde, alacaklının alacağını, borçlunun üçüncü kişiye devrettiği malvarlığından karşılamasına olanak sağlayan düzenlemeler yapılmıştır.
Bu çalışmada, borçlunun kötü niyetli bu tür tasarruflarından korunmak için alacaklının “tasarrufun iptalini talep” hakkı ve bu hakkın kullanılabilmesi için açılacak bir davanın başarısının hangi koşullara bağlı olduğu ana hatları ile incelenmiştir.
Tasarrufun iptali davası; borç doğmuş olduğu halde, borçlunun malvarlığı üzerinde tasarruf yetkisinin henüz kısıtlanmadığı yani alacaklının haciz talebinden ve iflastan önceki dönemde, borçlunun malvarlığını kaçırma kastı ve kötü niyetle yapmış olduğu malvarlığına yönelik tasarruf işlemlerini davacı alacaklı için hükümsüz kılarak, tasarrufa konu mal sanki borçluya aitmiş gibi alacaklının satış veya haciz yolu ile alacağına kavuşmasını sağlayan bir dava tipidir.
Tasarrufun iptali davası, kişisel nitelikte bir dava olarak yalnızca alacaklı için sonuç doğurur. Bunun doğal bir sonucu olarak, davanın alacaklı lehine sonuçlanması halinde davaya konu mal tekrar borçlunun mülkiyetine dönmez. Haciz ve satış işlemleri gerçekleştirilip alacaklının alacağına kavuşmasından sonra, varsa artan tutar, borçluya değil malvarlığını devralan üçüncü kişiye verilir.
1. Tasarrufun İptali Davası’nın Tarafları
Dava, alacağını tahsil edemeyen alacaklı tarafından, kaçırılan malvarlığını devreden borçlu ve bu malvarlığını devralan üçüncü kişiye karşı bir arada açılır.
Kaçırılan malvarlığını devralan üçüncü kişinin, bu malvarlığını davanın tarafları dışındaki dördüncü bir kişiye devretmiş olması da mümkündür. Aşağıda, kaçırılan malvarlığının dördüncü kişiye devrinin gerçekleştiği sırada, borçlu ve üçüncü kişiye karşı açılmış bir tasarrufun iptali davasının bulunup bulunmadığına göre bu konuyu açıklayacağız.
a) Henüz borçlu ve üçüncü kişiye karşı açılmış bir tasarrufun iptali davasının bulunmadığı sırada, malvarlığının dördüncü bir kişiye devredilmesi;
Yargıtay kararları ve doktrindeki ağırlıklı görüş, borçlu ile üçüncü kişinin kaçırılan malvarlığını devrettiği dördüncü kişi arasında ihtiyari dava arkadaşlığı bulunduğu yönündedir. Buna göre, tasarrufun iptali davası sadece borçlu ve malı devralan üçüncü kişiye karşı açılabileceği gibi, bu kişilerle beraber dördüncü kişiye karşı da açılabilecektir. Davanın dördüncü kişiye de açılması halinde, bu kişinin kötü niyetinin alacaklı tarafından ispat edilmesi gerekir. Alacaklı, dördüncü kişinin kötü niyetini her türlü delille ispat edebilir.
Dördüncü kişiye karşı dava açılmaması veya açılan davada dördüncü kişinin kötü niyeti ispat edilemeyip, davanın dördüncü kişi yönünden reddedildiği durumlarda; davanın konusu, malvarlığının üçüncü kişiden dördüncü kişiye devredildiği tarihteki bedele dönüşecektir. Bu durumda mahkeme, söz konusu bedelin üçüncü kişiden, alacak miktarı kadar tazminine karar verecektir.
b) Malvarlığının, borçlu ve üçüncü kişi aleyhine açılmış bir tasarrufun iptali davasının bulunduğu sırada dördüncü bir kişiye devredilmesi;
Alacaklı tarafından borçlu ve üçüncü kişi aleyhine açılan bir tasarrufun iptali davası görülmekte iken, borçlu tarafından alacaklıdan kaçırmak üzere üçüncü kişiye devredilen malvarlığının, o devralan üçüncü kişi tarafından dördüncü bir kişiye devredilmesi halinde alacaklı davasını bu dördüncü kişiye karşı da yöneltebileceği gibi, mahkemeden dava konusunun dördüncü kişiye devredildiği tarihteki bedele dönüşmesini de talep edebilir. Davanın dördüncü kişiye yönetilmesi için uygulamada mahkeme tarafından davacı alacaklıya süre verilmektedir. Dördüncü kişinin taraf olarak gösterilmediği veya taraf gösterilip kötü niyetinin ispatlanamadığı hallerde alacaklının talebi üzerine mahkeme yine söz konusu bedelin üçüncü kişiden alacağın miktarına kadar tazminine karar verecektir.
2. Görevli ve Yetkili Mahkeme
İptal davaları genel görevli mahkeme olan Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülür. Çokça yapılan bir yanlışın aksine, taraflar arasında ticari bir ilişki bulunması durumunda dahi dava Ticaret Mahkemesi’nde değil yine Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülecektir. Yargıtay, tasarrufun iptali davasında, alacaklı ile borçlu taraflar arasındaki ticari ilişkinin görevin belirlenmesinde dikkate alınmayacağı görüşündedir (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu E. 2014/17-2389, K. 2016/129, 10.02.2016 T.).
Bu durumun bir istisnası, istihkak davalarına karşı, karşı dava şeklinde ileri sürülecek tasarrufun iptali taleplerinin İcra Mahkemelerinde görülmesidir.
Yetkili mahkeme, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun (“HMK”) genel hükümleri çerçevesinde, borçlu ya da üçüncü kişinin yerleşim yerinin bulunduğu yer mahkemelerinden birisi olarak seçilebilir.
3. Tasarrufun İptali Davası’nın Şartları
Konuya ilişkin yasal düzenlemeler ile Yargıtay kararları bir arada incelendiğinde tasarrufun iptali davası açılabilmesi için bazı özel dava şartları arandığı görülmektedir. Buna göre;
1) Davacı alacaklının, borçludaki alacağının gerçek olması,
2) Borçlu hakkındaki icra takibinin kesinleşmiş olması,
3) İptali istenen tasarrufun takip konusu borcun doğumundan sonra yapılması,
Borçlu hakkında alınmış geçici ya da kesin aciz belgesi bulunması,
Borçlunun borcu hiç ya da yeteri kadar karşılayacak malı bulunmadığını belirten haciz tutanağı İİK madde 105 gereğince aciz belgesi niteliğindedir. Aciz belgesi bulunması şartına bir istisna getirilmiş ve alacaklı tarafından açılmış veya açılacak icra takibi veya alacak davasını sonuçsuz bırakmak amacıyla kötü niyetli borçlu ile üçüncü kişi arasında mal kaçırmaya yönelik muvazaalı hukuki işlemlerin iptali için aciz belgesine gerek olmadığı yerleşik Yargıtay kararları ile kabul edilmiştir. Buna göre, muvazaaya dayalı işlemlerin iptali için açılacak tasarrufun iptali davalarında, herhangi bir icra takibine gerek olmadığı gibi aciz vesikası da aranmayacaktır.
4) İİK’nın 278 – 280. Maddelerinde yer alan özel düzenlemelerdeki şartların sağlanıp sağlanmadığının tespit edilmesi gerekmektedir.
Bu maddelerde iptale tabi tasarruflar sınırlı olmayacak şekilde sayılmıştır;
1. Karşılıksız (ivazsız) tasarruflar ile karşılıklı olsa bile karşılıksız yapılmış olan aşağıdaki tasarruflar;
a) Yakın akrabalar arası tasarruflar: Karı, koca, altsoy, üstsoy, evlilik yoluyla kurulan akrabalıklar ile yapılan karşılıklı tasarruflar eğer aciz, haciz veya iflastan 2 (iki) yıl öncesine kadar yapılmışsa iptale tabi olur.
b) Açık bedel farkı ile yapılan tasarruflar: Olması gerekenden çok daha düşük bedelle gerçekleştirilen tasarruflar iptale tabidir. Burada Yargıtay’ın kabul ettiği ölçüt, yarısı veya daha azı bedelle devredilmiş olmasıdır.
c) Kullanma (intifa) hakkı veya ölünceye kadar bakma sözleşmesine dayalı tasarruflar da karşılıklı olsa dahi karşılıksız kabul edilerek iptale tabidir.
2. Hacizden veya mal bulunmaması sebebiyle acizden veya iflasın açılmasından önceki 1 (bir) sene içinde yapılmış olan aşağıdaki işlemler;
a) Borçlunun teminat göstermeden önce taahhüt etmiş olduğu haller hariç olmak üzere borçlu tarafından mevcut bir borcu teminat altına almak için yapılan rehinler,
b) Para veya mutat ödeme araçlarından farklı yolla yapılan ödemeler,
c) Vadesi gelmemiş borç için yapılan ödemeler,
d) Kişisel hakların kuvvetlendirilmesi için tapuya verilen şerhler.
3. Alacaklılara zarar verme kastıyla yapılan tasarruflar.
4. Tasarrufun İptali Davalarında Alacaklı Lehine Kabuller (Karineler)
İptal davasında alacaklıyı koruyan birtakım karineler bulunmaktadır. Buna göre;
¬ Lehine tasarruf yapılan üçüncü kişi, borçlunun karısı, kocası, üst soyu, alt soyu ile üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımı, evlat edineni veya evlatlığı ise borçlunun alacaklılarına zarar verme kastını bildiği kabul edilir.
¬ Borçlunun ticari işletmesinin veya işyerindeki mevcut ticari mallarının tamamının veya önemli bir kısmını borçludan devir veya satın alan böylece ticari işletmesini işgal eden üçüncü kişinin, borçlunun alacaklılarına zarar verme kastını bildiği kabul edilir.
5. Dava Açma Süresi
Tasarruf tarihi ile aciz, haciz veya iflas tarihi arasındaki sürenin İİK Madde 278’te düzenlenen tasarruflar için 2 (iki) yılı, İİK Madde 279’da düzenlenen tasarruflar için ise 1 (bir) yılı geçmesi ile bu tasarrufların iptali talep edilemez.
İİK’nın 284. maddesi ile tasarrufun iptali davasının kötü niyetli tasarrufun yapıldığı tarihten itibaren 5 (beş) yıl içinde açılması gerektiği düzenlenmiştir. Bu süre hak düşürücü süredir; sürenin geçmesi halinde iptal davası açılamaz.
6. İhtiyati Tedbir ve İhtiyati Haciz
Mahkeme, davacının talebi üzerine kaçırılan mallar hakkında ihtiyati tedbir veya ihtiyati haciz kararı verebilir. Bu geçici hukuki korumalara gerek olup olmadığına yargıçlar yaklaşık ispat kurallarına göre delilleri değerlendirerek karar verir.
Henüz yargılamanın tamamlanmadığı başlangıç döneminde mahkemeler alacaklıların bu tür taleplerini karşılamak konusunda çok tereddütlü bir yaklaşım sergilemektedir. Hak kayıplarının önlenmesi için, ihtiyati tedbir/ihtiyati haciz talebinde bulunan alacaklının somut uyuşmazlıktaki talebinin gerekçelerini, borçlunun malvarlığını kaçırdığına ilişkin delilleri ile birlikte ikna edici bir şekilde mahkemeye anlatması büyük önem taşımaktadır.
İhtiyati tedbir ve ihtiyati haciz kavramları farklı amaçlara hizmet eden kavramlardır. İhtiyati tedbir daha çok taşınmazın dava aşamasında üçüncü kişilere satışını engellemek amacıyla konulurken ihtiyati haciz, dava aşamasında üçüncü kişiler tarafından dava konusu taşınmaz üzerine konulabilecek hacizler nedeniyle alacaklının alacağına kavuşmasını sağlamak üzere hak kayıplarını önlemek adına konulmaktadır.
Tasarrufun iptali davalarında önemle hatırlanması gereken husus, mahkemelerin bazen ihtiyati tedbir bazen de ihtiyati haciz kararı verebildiği; olası bir yanlışın sonuçlarından korunmak için kolay ve doğru yolun, ihtiyati haciz niteliğinde ihtiyati tedbir talep edilmesi ve verilecek kararın da bu nitelikte olmasına dikkat edilmesinin gerekli olduğudur. Yargıtay, bu konuda istikrar kazanan kararlarında, “Tasarrufun iptali davalarında uygulanacak olan ihtiyati haciz müessesesi, davacının alacağına kavuşması açısından getirilmiş olup istikrar kazanan Yargıtay uygulamasında da verilmiş olan ihtiyati tedbirlerin, “ihtiyati haciz mahiyetinde” olduğu” kabul etmiştir.
Sonuç
Tasarrufun iptali davası ile borçlunun alacaklılarından mal kaçırma kastı ile gerçekleştirdiği kötü niyetli tasarrufların, davacı alacaklı yönünden hükümsüz kılınması ve bu malların satılarak alacağının tahsil edilmesi olanağı sağlanmıştır. Borçlunun, alacağın doğumundan sonra mal kaçırma kastıyla gerçekleştirdiği başta bağışlama ve ivazsız tasarrufları, rehin ve ipotek vb. hakların tesisi, ivazlı olsa bile ivazsız sayılan tasarrufları, vadesi gelmemiş borçlar için gerçekleştirdiği ödemeleri ve benzeri birçok tasarrufu iptale tabidir. İcra ve İflas Kanununun alacaklıyı korumaya yönelik getirmiş olduğu bu düzenlemenin uygulamada sıklıkla olumlu sonuç getirdiği görülmektedir.
Sıkı, titiz ve her ihtimalin değerlendirildiği bir çalışma gerektiren alacak takip sürecinde, borçluların iptale tabi tasarruflarının değerlendirilmemesi alacaklı yönünden önemli hak kayıplarına yol açabilecektir. Bu bağlamda, alacağını tahsil amacıyla takip yürüten her alacaklının, mutlaka borçlunun yakın tarihte gerçekleştirmiş olabileceği tasarrufları araştırması ve bulması durumunda, ilgili tasarrufların iptale tabi olup olmadığını değerlendirmesini tavsiye ediyoruz.
Son olarak, mahkemelerin ihtiyati tedbir/ihtiyati haciz konusundaki tutumundan bahsetmek isteriz. Bilindiği üzere, tasarrufun iptali davalarında mahkeme tarafından verilecek ihtiyati tedbir ve/veya ihtiyati haciz kararları, alacağın tahsilinde büyük önem taşımaktadır. Ancak mahkemelerimizin uygulamada sıklıkla bu koruma tedbirlerine karar vermekte direttikleri görülmektedir. Özü itibariyle, alacaklıyı korumayı amaçlayan, borçlunun kötü niyetli tasarruflarının tespit edilerek, malvarlığının satışını ve böylece alacağın tahsilini sağlayan bu düzenlemenin; mahkemelerin tutumu nedeniyle tam anlamıyla işlevini yerine getiremediği ve hak kayıplarına yol açtığı görülmektedir.
Uyarı: Yukarıdaki bilgi ve görüşlerimiz sadece yol gösterme amaçlıdır ve yasal tavsiye alma olarak değerlendirilemez. Vona Hukuk Bürosu, doğru ve güncel içerikli bilgiyi sağlamak için her türlü çabayı göstermektedir ancak, bu makalenin yayımlanmasından sonra yürürlüğe girebilecek olan yasa ve mevzuatlarda yapılan değişiklikler nedeniyle en güncel yasal gelişmeleri yansıtmayabilir. Bu nedenle, bu makaledeki hiçbir şey yasal tavsiye olarak görülmemeli ve herhangi bir karar vermeden veya bu makalede yer alan bilgilere dayanarak herhangi bir işlem yapmadan önce avukatlara danışmalısınız.
Bir cevap yazın